*Bok önemlidir veya boklu meseleler
Annemle aramızda günlük Transatlantik konuşmalar, mesajlaşmalar geçiyor:
Annem: ''Timuçin bugün kakasını yaptı mı?''Ben: ''Yaptı''.Annem: ''Ne renkti?''Ben: ''Sarı''Annem: ''Ha iyi''.Ben: ''Sana postayla örnek göndermemi ister misin?''Annem: -kısa bir sessizlik ve söyleneni duymazdan gelmenin ardından-...''Rahat yapabildi mi bari?''
Annem, anneanne oldu tabii. Torununa iyi bakıldığını garanti etmek istiyor. Şimdi duymayan kaldıysa, ki Anadolu Ajansı haber bile yaptı, ben geçen gün doğurdum. İki haftalık oldu oğlumuz Timuçin. Ya da Yelda'nın ona taktığı isimle Mr. T. Bugün benim çalışma masamın arkasındaki panoda, oğlumuzun ''poo chart'ı'' var. Yani saat kaçta ve ne şiddette sıçtığına dair bir çizelge tutuyoruz. Hatta Daniel, ''saat 8:22 Timuçin babasının üzerine işedi'' diye ayrıntılı not tutuyor. Hiç haberim yoktu boklu meselelerin bu kadar önemli olacağından. Bakmayın, komik olsun diye annemle konuşmamızı öyle yazdım ama, çok hassas mesele bebeğin number two'yu yaptı mı yapmadı mı meselesi. Valla gözyaşı döküyor insan. Küçücük bebek ağlıyor orada. Çaresiz hissediyorsunuz. Bilenler bana mesaj atsın, bebekte gaz ve kabızlık hikayesini çözmede başarılı yöntemlerle ilgili. Bekliyorum.
Doğurma ve çocuk sahibi olma meselesine eskiden beri bir önyargılı bakışım vardı. Zaten 38 yaşına gelinceye kadar doğurmadığıma bakarsanız anlarsınız. Son demlerimde birden bu işe kalkışıverdim. Bu fikrimi ilk defa bir doktor dostumuza açıp danışırken yanımda oturan İlke'nin, şaşkınlıkla ağzı açık bana bakakaldığını hatırlıyorum. İlke'nin şaşkınlığı haklı, çünkü hep tam tersine yönde bir avukatlık yapmışımdır. İlkeyle Taner'in düğününü kutladığımız o muazzam tatilde Ömer, Tolga ve Didemle yaptığımız bir akşam muhabbeti geliyor aklıma hep. Tolga bana, ''demek ki sende çocuk doğurma hissi uyandıracak adamla daha tanışmamışsın'' demişti. Ben de ''hadi be'' diye geçiştirmiştim. Velhasıl o sırada ben, Daniel ile tanışalı birkaç ay olmuştu. Takip eden sene ise gidip evlendik ve üç yıl sonra kucağımızda çocuğumuzla oturuyoruz. Tolga haklıymış!
Fikrimin değişmesinde tabii, Daniel'ın kendisi kadar, kızkardeşinin ve onun çocuklarının büyük katkısı var. Ben tanıştığımda biri 2 buçuk, diğeri de 5 yaşında olan oğlanlar. Çocuk deyince benim aklıma Tercan geliyor. Anneannemin eskiden oturduğu mahalledeki komşusunun oğluydu Tercan. Diyelim o 3-4 yaşlarında, ben de 12. Nasıl oluyorsa sokakta donsuz falan dolaşırdı. Öyle ufacık, karşıma dikilir, büyük adam gibi ''senin ebeni, sülaleni!!!'' diye bildiği bütün küfürleri, bağıra bağıra yüzüme sayardı. Mahalleli korkardı bebeden ya. Böyle olabilir mesela çocuğunuz. Ya da ''para ver lan banaaaa!!! Sakız alacaaaaaam'' diye ağlayıp yerlerde yuvarlanan bir çocuğunuz olabilir. Mesela Özgür abim, annemin hassas noktasını keşfettiği için, salondaki bütün koltukların minderlerini bir bir yere atmaya başlardı, istediğini almak için. Evin dağılmasına dayanamayan annem de, ne istiyorsa verirdi. Ah sen benim oğlum olacaktın Özgür abicim, o zaman bilirdim ben sana yapacağımı! Daniel'ın yeğenlerine bakıyorum. Benden daha efendi görünüyorlar. Kimse onlarla çocuk gibi konuşmuyor mesela. Yemin ediyorum ben daha deli veya çocuk görünüyorum. Çok çok Daniel amcaları onlara ''wee wee, pee pee'' gibi şeyler söylerse kıkırdıyorlar. Ben bunları sırtıma alıp, at olup bahçede koşturduğum ve elektrik süpürgesinin ucunu kılıç yapıp korsancılık oynadığım için biraz bozdum çocukları tabii. Jaspar hala telefonda annesiyle konuşurken arka planda yırtınıyor, ''ben konuşcam horsie (atçık) ileeeee!!!''.
İki hafta önce Daniel ile sabah beşte kalktık. 7 buçukta sezeryan olacağım. Bir gece önce nasıl dokunaklı konuşmuşum zavallı Daniel ile. ''Ben ölürsem bir planın var mı? -ki olabiliyor biliyorsun, iki sene önce bir kadın aynı hastanede sezeryandan 12 saat sonra ölmüş, mikrop kapmış, NBC'ye haber olmuş-'' dedim. Daniel bu işi bu kadar dramatize ettim diye hep bana kızıyordu ama sesini çıkarmıyordu. Hep sineye çekti biliyorum. ''Aa niye sezeryan oldun?'' diyen varsa, size tek bir lafım var, bakınız Tercan'ın bana söyledikleri küfürlere...Zaten nedir bu Amerikalı kadınlardan çektiklerim, hamile forumlarında kavga falan ettim, dedim ''I am so going to have a c-section!''. Diyorlar ki, sezeryan bencillikmiş, doğal yol daha iyiymiş falan falan. Sonra da altındaki yorumlarda okuyorsunuz, dördüncü derece yırtık olmuş normal doğumda, yok 19 ay acı çekmiş, ikinci çocukta aynı yerden yırtılmış, seks hayatı bitmiş vesaire vesaire. Ben almayayım çok teşekkürler. Almadım da zaten, valla da iyi yapmışım. Şimdi size başımdan geçenleri anlatayım.
Doktorumu çok seviyorum. Daniel ile birlikte özenle seçtik. Tanıştığımız ilk doktor, çok genç bir kızdı. Şimdi google var ya, sanki bana, ben bu kızdan daha fazla şey biliyormuşum gibi geldi, google'a öyle güveniyorum ki, utube'dan ''sezeryan ameliyatı nasıl yapılır?'' diye video bulup, onu bile öğrenebilirim diye düşünüyorum. -Tabii tabii- Neyse bu kızcağız bende güven hissi uyandırmadı. İkinci doktor, yine genç bir adamdı ve acelesi varmış gibiydi hep. Sorularımızı yanıtlıyorken sıkılıyor gibiydi. Sonra Dr. Andrew çıktı karşımıza. Sarı siyah kareli bir gömleği ve papyonu vardı, doktor kıyafetinin altından görünen. Şöyle saçı başı dökülmüş (kel) ve kulakların kenarında kalan saçlar da biraz beyazlamış bir doktor. Çıkışta Daniel'a, ''hah şöyle yaa, biraz saçı beyazlamış bir doktor istiyorum ben karşımda!'' demiştim. Diğerlerinin katı görünüşüne rağmen bizim doktor, Daniel'ın esprilerini kaldırabilen, bizimle birlikte gülen bir adam çıktı. Ama sezeryanın yapılacağı gün doktor bir türlü gelmek bilmedi hastaneye. Sonunda hemşireler telefon ettiler ve doktorun, işlemin iki saat sonra yapılacağını zannettiği ortaya çıktı. Neyse ki evi yakın olan doktor, on dakika içinde hastanedeydi. Ben son görüşmemizde, ''haftasonunda iyi dinlen!'' diye arkasından bağırmıştım. Böyle apar topar hastaneye gelince, ''sabah kahveni içtin mi, kendini nasıl hissediyorsun?'' diye sorular sordum. Güldü doktor, kendisini iyi hissediyordu, ameliyata hazırdı.
Epidurali yapan diğer doktora, bana ayrıca sakinleştirici birşey verip veremeyeceğini sordum. Aslında çok sakindim, kendimi iyi hissediyordum ama nedense ameliyat masasında kafayı üşüteceğim, çok duygusallaşıp ağlayacağım zannediyordum. Doktor sabırla, ''sakinleştirici birşey veremeyiz, o zaman o sakinleştirici bebeğe de gider ve onu uyutursak doğduğunda ağlamayacak. Biz de iyi olup olmadığını bilemeyeceğiz. Merak etme iyi olacaksın'' dedi. Yeni usul, sezeryan sırasında anne uyanık. Sadece göğüsten aşağısını hissetmiyorsunuz, epidural denilen mucize iğne sayesinde. Doktor, sezeryan sırasında seninle sohbet edeceğiz falan dedi bana. Daniel'a göre hastane kıyafeti bulamadılar. Daniel da yanımda olacak elimi tutacak. Ama o da hiçbir şey görmek istemiyor. Benim göğüs hizama mavi bir perde koyuyorlar. Amerika'da gelenek, babalar bebeğin göbeğini kesiyor. İşte hesapta onlar da katılsın, bir payları olsun doğumda diye. Daniel, ''Doktor sensin, sen kes göbeğini, ne yapacağını bilen sensin'' dedi. Babalar da ameliyathaneye giriyor ve annenin elini tutuyor. Anne, Leonardo Da Vinci'nin ''vitruvian man'' resmindeki gibi kollar iki yana açık yatırılıyor ve hatta eller masaya bağlanıyor. Bana, ''senin elini bağlamayacağız ama o elleri, karnının civarında görmeyelim'' dediler. Ne işim olacak, iç organlarıma dokunup ne yapayım yani? Epidurale herkes korkunç birşey dedi, ben hiç hissetmedim. Çok hafif bir iğne batma hissi, o kadar. Hande, ''belki sen hissetmemişsindir Denizcim'' deyince, ''bi dakka sen bana (sen ayı gibisin de ondan hissetmemişsindir) mi demek istiyorsun?'' diye hesap bile sordum. haha. Bu yazı tabii, kırkikinci kere Timuçin'in uyanması ve altının değiştirilmesi, beslenmesi, kucakta tutulması vesileleriyle bölündü ama ne yapalım. Gidip gelip yazıyoruz, kafa karışıklığını affedin, olduğu kadarıyla.
Neyse efendim, vitruvian man hesabı yatmışız. Bir baktım, odaya ekstra bir doktor daha girdi. Bu arada benim belden aşağım açıkta, yüzümde perde. Odada kıyamet gibi insanlar. Hah dedim, bir kişi daha eksikti, sen de geldin, tamam olduk. Birden sol elimi tuttu doktor! Yok artık dedim, bir döndüm, doktor zannettiğim adam Daniel! O endamda hastane kıyafeti bulamamışlar ama doktorlar için daha büyük kıyafetler varmış, o yüzden doktor kıyafetiyle Daniel yanımda, elimi de tutuyor. Maske, gözlük falan, biraz da fazla adrenalin, kendi kocamı tanımadım. (Bakınız hafıza-i fotoğraf-ül elbülbül yazısı) Çok süper bir hemşire vardı ameliyatta. Her iyi insanın adı Tracy mi olur bu ülkede? Hemşire Tracy, buzdolabı gibi ameliyathanede dişlerim birbirine vura vura masada yatarken, iki tane ısıtılmış battaniyeyi kafamın, omuzlarımın etrafına sardı, üşümeyeyim diye. Allah razı olsun. Kadın, epidural olurken de resmen bana sarıldı, teskin etti. Belki ondan anlamadım acısını falan. Yalnız Tracy, ''doktor şimdi incision'a (kesme işlemi) başlayacak'' deyince, ''I don't wanna know, I don't wanna know!!!'' (Bilmek istemiyorum, bilmek istemiyorum!!!) diye bağırıverdim. Tracy hemen, ''ay siz nerelisiniz, ne iş yapıyorsunuz, ay ne kadar enteresan, demek Türksün. Benim babam da Türkiye'de görev yapmıştı, ben biraz Türkçe bilirim'' diye başladı beni oyalamaya. Ben cevap yetiştirmeye çalışırken, bebeği çıkardılar bile. Türkçe bilen Amerikalı Tracy hemşireden bir ''Maaşallah!!!'' lafı işittim. Doktor ve hemşirelerle, ''bana bakın bebek karışmasın haa, NBA'e adam yetiştiriyoruz, valla burayı dağıtırım'' türünden şakalaşmıştık. Bana, ''Deniz hiç merak etme, bu bebek hiç başka bebekle karışmaz!'' dediler. Çünkü bizim Timuçin, Tracy'nin dediği gibi Maaşallah 4 kg. 200 gr doğdu. Yanaklar tombik tombik. Sanırsın üç aylık. Annesiyle babasına çekmiş tabii.
Öylece bakakalıyorsunuz. Şimdi yani, şu yanımdaki masada hemşirelerin, üzerindeki beyaz yapışkan nesneyi temizlediği, gözüne kremler sürdüğü bu akpak bebek benim içimden mi çıktı? Bu bir mucize! Bu, yaşamadan, hissetmeden anlatılabilir birşey değil. Yani ben gidip kıymalı makarnalar, Fettucini Alfredolar, tiramisu yedim, o yediklerim bu oğlanın eti, kanı, canı oldu öyle mi? Bir küçücük tohumdan. Geçen yıl balkonda domates yetiştirdiğimizde de böyle hissetmiştim. :) Domatesleri yemeye kıyamamıştık bir süre Daniel ile. Diyorum ya, mucize.
Kıymetli arkadaşlarıma da verdikleri her türlü destek için bir kez daha teşekkür ediyorum. Hepinizi çok seviyorum.